Anayasa Mahkemesi ve AİHM Kararları Işığında Tutuklama Tedbiri
- A&B LEGAL

- 18 May 2024
- 11 dakikada okunur
I. GİRİŞ
Koruma tedbirlerinden kişi hürriyetini en ağır şekilde etkileyen tutuklama, şüpheli ya da sanığın kesin hüküm öncesinde kaçmasını ve delilleri karartmasını önlemek için özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. İnsan hakları doktrinine göre en temel haklardan olan özgürlük ve güvenlik hakkının istisnalarından biri olan tutuklama tedbiri gerek CMK kapsamında gerekse Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında sıkı şartlara tabi tutulmuştur. Bu suretle tutuklamada keyfiliğin önlenmesi, kişi hürriyeti hakkının ve masumiyet karinesinin korunması amaçlanmaktadır.
Bu çalışmamızda genel olarak tutukluluk tedbirini, CMK kapsamında ele alınışını ve Anayasa Mahkemesi ile AİHM kararları çerçevesinde özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilişkisini inceleyeceğiz.
II. GENEL OLARAK TUTUKLAMA
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 100 ve devamı maddelerinde düzenlenen tutuklama, hakkında kesin hüküm bulunmayan şüpheli ya da sanığın özgürlüğünün hakim kararı ile kısıtlanması halidir. Bu kapsamda, tutukluluk hali özgürlüğün kısıtlanması anında başlar ve salıverilme ya da cezanın kesinleşerek infazına başlanmasına kadar devam eder.
Anayasa’nın 19. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi uyarınca herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olup, bu hak yaşam hakkı gibi en temel insan haklarından biridir. Bununla beraber hukuka uygun olarak tesis edilmiş olan bir tutuklama tedbiri ise bu hakkın istisnalarından birini teşkil etmektedir.
Önemle belirtmek gerekir ki tutuklama Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndaki en ağır koruma tedbirlerinden olup niteliği itibariyle bir ceza değil, ceza yargılamasının temel amaçlarından olan maddi gerçeğe ulaşma yolunda delilleri korumak ve şüpheli ya da sanığın kaçmasını önlemek için bir araç olarak nitelendirilmelidir. Dolayısıyla tutuklamanın şüpheli ya da sanık için öngörülmüş bir ön infaz kurumu olmadığı unutulmamalıdır.
III. TUTUKLAMANIN HUKUKİ NİTELİĞİ
A) Kişisellik
Ceza hukukunun temel prensiplerinden olan suç ve cezaların şahsiliği ilkesinin bir yansıması olarak, tutuklama tedbirine ancak şüpheli ya da sanığın bizzat kendisine karşı başvurulabilir. Örneğin sanığın bir yakınının delilleri karartma şüphesi karşısında yargılamanın tarafı olmayan bu kişiye karşı tutuklama yoluna gidilmesi mümkün değildir.
B) Geçicilik
Tutuklama bir ceza amacı taşımayan geçici nitelikte bir koruma tedbiridir. Dolayısıyla tutuklama nedenlerinin ortadan kalkmasıyla birlikte tutuklama tedbirine de son verilmelidir. Örneğin kaçma şüphesinin ortadan kalkması ya da yok edilme şüphesi bulunan delillerin tamamının toplanmış olması halinde tutuklama tedbirine son verilmelidir.
C) Tutuklamanın Araç Olması
Tutuklama delillerin karartılması ya da yok edilmesinin önüne geçerek maddi gerçeğe ulaşmak ve sanık ya da şüphelinin kaçmasını önleyerek mahkum olması durumunda cezanın infazının sağlanması için kullanılan bir araçtır. Dolayısıyla tutuklamanın araç olması niteliği gereği bir infaz amacı güdülerek cezaya dönüştürülemez.
Ç) Görünüşte Haklılık
Tutuklamanın görünüşte haklı olması, gecikmede ciddi sakınca olmasını tutuklama işleminin derhal yapılması gerekliliğini ifade etmektedir. Bu kapsamda suçun işlendiğine ilişkin kesin delil aranmamakla beraber yoğun şüphenin bulunması gerekmektedir.
D) Ölçülülük
Tutuklamanın en önemli niteliklerinden biri ise ölçülülüktür. Kişi hürriyetini kısıtlar nitelikte ve ağır bir koruma tedbiri olan tutuklama tedbirine gerekli olduğu durumda başvurulmalı ve daha basit tedbirlerle aynı sonuca ulaşmanın mümkün olması halinde ise bu tedbirler öncelikli olarak uygulanmalıdır. Örneğin tutuklama ile ulaşılacak olan sonuçlara adli kontrol tedbirleri ile ulaşılabilmesi halinde bu durumda tutuklama tedbirine başvurulması ölçülülük niteliğine aykırı olacaktır. (Koparan, 2006)
IV. CMK KAPSAMINDA TUTUKLAMANIN KOŞULLARI
Tutuklama tedbiri Ceza Muhakemelerinin 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup gerek tutuklama nedenleri gerek tutuklama süresi ve gerekse tutuklama yasakları bakımından sıkı şartlara tabi kılınmıştır. Bu kapsamda CMK’ya göre tutuklama nedenleri aşağıdaki gibidir;
A) Kuvvetli Suç Şüphesini Gösteren Somut Delillerin Varlığı
Her şeyden önce CMK’nın 100. maddesinde kanun koyucu “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde” şeklinde bir belirleme yaparak tutuklamanın ilk kriteri olarak kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin varlığı şartını aramaktadır. Kanun’da kuvvetli şüphe için açık bir tanım olmamakla beraber kuvvetli şüphe, suçun işlendiğine dair kuvvetli bir his oluşturan delil ve olguların bulunması şeklinde açıklanabilir. (Akpek, 2020)
Kuvvetli şüphe, cezalandırmanın ön şartı olan şüpheden uzak kesin ve yeterli delilin varlığı aşamasından önceki aşamadır. Nitekim Yargıtay “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe” kavramını aynen şu şekilde açıklamaktadır;
“Somut delillere dayalı kuvvetli şüphe ibaresi de yine şüphe kavramı içinde yer alan bir ihtimaldir. Bu ihtimalde gerçeklik ve doğruluk payı yüksektir, fakat şüphe halen sürmektedir. Şüphenin gücü eldeki verilere ve tespitlere dayanmaktadır. Şüphe teraziye vurulduğunda, bir sonucun gerçekliği ihtimali büyüktür.”
(Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2015/12244 E – 2016/10922 K.)
B) Tutuklama Nedeninin Varlığı
CMK’nın 100. maddesine göre tutuklama için kuvvetli şüphe şartı aranmakla beraber bu tek başına yeterli değildir. Ayrıca bir tutuklama nedeninin varlığı şartı da aranmaktadır. Tutuklama nedenleri ise yine aynı madde hükmünün devamında sayılmıştır. Buna göre tutuklama nedeninin var olduğu kabul edilen haller şunlardır:
1) Kaçma, Saklanma veya Kaçma Şüphesi Oluşturan Somut Olguların Varlığı
CMK’nın 100/2-a hükmüne göre tutuklama nedeni olarak sayılan durumlardan ilki, şüpheli ya da sanığın kaçması ya da kaçma şüphesinin somut delillerle ortaya konması hususudur.
CMK madde 247’de kaçak kavramı “Hakkındaki soruşturmanın veya kovuşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla yurt içinde saklanan veya yabancı ülkede bulunan” şeklinde tanımlanmıştır.
Dolayısıyla, hakkındaki soruşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak için saklanan ya da yurt dışında bulunan ve bu nedenle savcılık ya da mahkemece ulaşılamayan kişi hakkında tutuklama nedeninin var olduğu kabul edilebilir.
Ayrıca, şüpheli tarafından kaçma olarak tanımlanacak bir davranışta bulunmaması ancak kaçacağı hususunda somut olgulara dayanan şüphe bulunması hali de tutuklama nedeni olarak sayılmıştır. Ancak belirtmek gerekir ki, bu somut olguların kaçma şüphesi oluşturduğu hususu objektif makamları ikna edecek ciddiyette olmalıdır. Bu noktada, sanık ya da şüphelinin kaçabilecek durumda olması tek başına şüphenin varlığı için yeterli değildir.
2) Şüpheli veya Sanığın Davranışları
a) Delilleri Yok Etme, Gizleme Değiştirme Şüphesi
CMK’nın ilgili hükmü kapsamında bu tutuklama nedeninin oluşabilmesi için, şüpheli ya da sanığın delilleri karartması hususunda kuvvetli bir şüphenin bulunması gerekmektedir.
Delillerin yok edilerek ya da sahte delil oluşturularak suçun izlerinin yok edilmesi riski bu kapsamda değerlendirilebilir. Ancak, şüphelinin suçu inkar etmesi, yalan söylemesi, adli mercileri yanıltmaya çalışması gibi hususlar savunma hakkı kapsamında olup bu fıkra kapsamında kabul edilemez.
Tutuklamanın nitelikleri gereği delillerin başka tedbirlerle korunabilmesi ya da delillerin halihazırda toplanmış olması halinde bu nedene dayanarak tutuklama yoluna gidilmesi yanlış olacaktır.
b) Tanık, Mağdur veya Başkaları Üzerinde Baskı Yapma Şüphesi
CMK’nın aynı hükmünün 2. bendine göre şüpheli ya da sanığın tanık, mağdur, bilirkişi ya da şeriklik ilişkisi içerisinde bulunan kişiler üzerinde baskı yapma, meşru olmayan biçimlerde bunları yanıltma, korkutma girişiminde bulunması hususunda kuvvetli şüphe bulunması da tutuklama nedeni olarak sayılmıştır.
Yine aynı fıkranın ilk bendi hükmündeki gibi tanıkların zaten dinlenmiş olması, yargılamanın gidişatını etkileyecek bir risk bulunmaması gibi durumlarda bu tutuklama nedeninin oluşmadığının kabulü gerekir.
c) Tutuklama Nedeni Varsayılan Suçlar (Katalog Suçlar)
CMK’nın 100/3. maddesi uyarınca bu madde ile sayılan suçlardan biri hakkında somut delile dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedeninin olduğu kabul edilebilmektedir. Bu durumda tutuklama nedeni varsayılabilir denilerek bu noktada hakimin takdir yetkisinin ön plana çıkarıldığı hükümden anlaşılmaktadır.(Çubukçu, 2015)
Bu noktada hakim tarafından tutuklamanın niteliği, ölçülülük ilkesi, tutuklama nedenleri ve kişinin özgürlük ve güvenlik hakkı kapsamında bir değerlendirme yapılarak karar verilmelidir.
CMK madde 100/3’te sayılı suçlar şunlardır:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (madde 76, 77, 78),
2. göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80)
3. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
4. Kasten yaralama, (madde 86/3-b, e, f) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),
5. İşkence (madde 94, 95),
6.Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),
7.Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
8.Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
9. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
10. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (2, 7 ve 8. fıkralar hariç, madde 220),
11. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),
12. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
b) 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
c) 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22/3-4 hükmünde tanımlanan zimmet suçu.
d) 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74’üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
f) 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 110 uncu maddesinin dört ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.
g) 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 33’üncü maddesinde sayılan suçlar.
h) 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen suçlar.
i) Kadına karşı işlenen kasten yaralama suçu.
j) Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu.
ç) Ölçülülük İlkesine Uygunluk
Koruma tedbirlerinden kişilik haklarını en fazla etkileyen tutuklama, süresi itibariyle de telafisi imkansız zararlara yol açabileceğinden kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil ve tutuklama nedeni şartlarının varlığı halinde dahi tutuklamanın ölçülü olması gerekmektedir. CMK’nın 100. maddesinin 2. cümlesinde tutuklama kararı verilebilmesi için işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olması gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Ölçülülük somut olayın koşullarına göre hakim tarafından takdir edilecek olup, seçilen aracın (tutuklama) istenen neticeye ulaşmaya elverişli olup olmadığı hususu değerlendirilmelidir.(Çubukçu, 2015) Örneğin somut olayın koşullarına göre şüpheli ya da sanığın kaçma ihtimalini önleme amacına yurt dışına çıkış yasağı ile ulaşılabiliyorsa bu durumda tutuklama tedbiri hukuka aykırı olacaktır.
V. TUTUKLAMA KARARI, KARARA İTİRAZ VE TUTUKLAMANIN DENETİMİ
CMK’nın 101. maddesi uyarınca tutuklama kararı soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının istemi üzerine Sulh Ceza Hakimi tarafından, kovuşturma evresinde ise cumhuriyet savcılığı istemi ile veya re’sen mahkemece verilir.
Ayrıca kararın gerekçelendirilerek, tutuklama nedenleri, suç şüphesi, ölçülülük hususu, adli kontrolün yetersiz kalacağı hususu somut olgularla açıklanmalıdır.
Tutuklama kararına itiraz ise CMK’nın 267 ve devamı maddelerindeki itiraz usulüne tabidir. Buna göre Sulh Ceza Hakimi tarafından verilen tutuklama kararına karşı yapılan itiraz yargı çevresinin bulunduğu yerdeki Asliye Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanacaktır.
CMK’nın 108. maddesine göre ise Tutuklu olan şüpheli ya da sanığın tutukluluk hali belirli aralıklarla gözden geçirilmelidir. Soruşturma evresinde cumhuriyet savcısı ya da şüphelinin talebiyle otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hali şüpheli ya da müdafinin dinlenilmesi suretiyle gözden geçirilmelidir.
VI. TUTUKLULUKTA GEÇECEK SÜRE
CMK’nın 102. maddesine göre, ağır ceza mahkemelerinin görev alanına girmeyen suçlarda tutuklama en fazla bir yıldır. Ancak bu süre zorunlu hallerde gerekçesi de belirtilerek 6 ay daha uzatılabilmektedir. Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanındaki suçlarda ise en fazla tutukluluk süresi 2 yıl olup yine zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilmektedir. Bu suçlara ilişkin tutuklama halinde ise uzatma süresi toplam 3 yılı geçmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nun İkinci kitap, dördüncü kısım 4-5-6-7. bölümünde tanımlanan suçlar (devletin güvenliğine, anayasal düzene, milli savunmaya, devlet sırlarına karşı suçlar) ile terörle mücadele kapsamındaki suçlarda ise uzatma süresi 5 yılı geçmemektedir.
Soruşturma evresinde ise, ağır ceza mahkemelerinin görevine girmeyen suçlarda 6 ay, ağır ceza mahkemesi görev alanındaki suçlarda 1 yıl ve TCK’nın yukarıda sayılı bölümlerindeki ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlarda 1 yıl 6 ay olup bu süre yine gerekçelendirilmek şartıyla 6 ay daha uzatılabilmektedir.
VII. ANAYASA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ KAPSAMINDA TUTUKLAMAYA BAKIŞ
A) Genel Bakış
Kişi özgürlüğünü en fazla etkileyen koruma tedbiri olan tutuklama, bu nedenle hem Anayasa hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde düzenlenmiştir.(İçten, 2019) Tutuklama tedbiri Anayasa’nın 19. maddesi ve Sözleşmenin 5. maddesi kapsamında güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının bir istisnası olarak düzenlenmiştir.
İnsan hakları öğretisine göre en temel insan haklarından biri olarak görülen özgürlük ve güvenlik hakkı kişinin bedenen özgürce hareket edebilme özgürlüğünü ve bunun güvencesine sahip olmayı içermektedir. Bu hak kişinin keyfi olarak yakalanarak, tutuklanarak ya da cezalandırılarak hareket serbestisinin ortadan kaldırılmamasını ve bunun güvencesi ile yaşamını sürdürmesini ifade etmektedir.(İbicoğlu, 2019)
Nitekim AİHM’e göre de özgürlük ve güvenlik hakkı “demokratik bir toplumda” birincil öneme sahip haklardandır.
(Assanidze v. Gürcistan)
Sözleşmenin 5. maddesi ile kişi özgürlüğü ve güvenliği tanınmış ve bunun yanında kişi özgürlüğü ve güvenliğinin korunması için güvenceler öngörülmüştür. 5. maddenin ilk cümlesinde “Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir” denilmek suretiyle sözleşme ile belirlenen ana kural konulmuştur. Devamında ise söz konusu özgürlüğün mutlak olmadığı ve maddenin devamındaki fıkralarda sınırlı şekilde sayılan nedenlerle ve yasaya uygun olarak sınırlanabileceği belirtilmiştir.(Gözübüyük,2019) Dolayısıyla Sözleşme’ye göre her ne kadar iç hukuku yorumlama öncelikli olarak ilgili devletin yargı organına ait olsa da iç hukuka aykırı hareket edilmesi Sözleşme’nin ihlali sonucunu doğuracağından bu noktada Mahkeme tarafından dolaylı şekilde kısıtlama işleminin iç hukuka uygun olup olmadığının da incelemesi yapılmaktadır.(Şahbaz, 2004)
Sözleşmenin 5. maddesinin amacı kişilerin keyfi bir şekilde ve gerekçesiz olarak özgürlüklerinden mahrum bırakılmalarının engellenmesidir. Nitekim AİHM’e göre de; “Sözleşme'nin 5. maddesi, 2., 3. ve 4. maddelerle birlikte, bireyin fiziksel güvenliğini koruyan temel haklar arasında birinci sırada yer almaktadır ve bu nedenle büyük önem taşımaktadır. Söz konusu maddenin temel amacı, keyfi veya haksız şekilde özgürlükten yoksun bırakılmaları önlemektir.” (Demirtaş v. Türkiye)
B) Tutukluluk İçin Gereken Şüphe
AİHS’in 5/1-c hükmüne göre kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasının şartlarından biri de makul şüphe’dir. Makul şüphe kavramına ilişkin Mahkeme’nin değerlendirmesi şu şekildedir; “İyi niyetli bir şekilde” şüphe duyulması yeterli değildir.
“Makul şüphe” ifadesi, objektif bir gözlemciyi ilgili kişinin suç işlemiş olabileceği konusunda ikna edecek olgu veya bilgilerin bulunması anlamına gelmektedir.”
Anayasa’nın 19. maddesine göre ise tutuklama şartı olarak “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti” şartı bulunmaktadır. Dolayısıyla Anayasa’ya göre suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli belirti tutuklamanın olmazsa olmazlarından olup, suçlama inandırıcı delillerle desteklenmelidir. İnandırıcı delil kavramı ise somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.(Erdem Gül ve Can Dündar Kararı)
C) Tutukluluk Tedbirinin Ölçülülüğü ve Son Çare Tedbir Olması
Yukarıda açıklanan tutuklama tedbirinin nitelikleri ve ilkeleri doğrultusunda, tutuklama tedbiri kişi özgürlüğüne ağır bir müdahaleyi ihtiva ettiğinden son çare tedbir olarak değerlendirilmeli ve adli makamlar tarafından aynı sonuca kişi özgürlüğünü daha az etkileyecek tedbirlerle ulaşılması durumunda bu tedbirler öncelikli olarak uygulanmalıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi;
“Ağır bir tedbir olan tutuklama, ancak daha hafif başka bir tedbirin bireyin ve kamunun yararını korumak için yeterli olmayacağının ortaya konulması hâlinde makul kabul edilebilir.”
(Erdem Gül ve Can Dündar Kararı) demek suretiyle tutuklama tedbirine ancak son çare olarak başvurulabileceği yönünde hüküm kurmuştur.
Ayrıca aynı kararın devamında da
“Tutukluluğa ilişkin kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesigereken denge açısından öncelikle adli kontrol tedbirleri değerlendirilmeli ve adli kontrolün neden yetersiz kalacağı gerekçelendirilmelidir.”
şeklinde hüküm kurarak öncelikle adli kontrol tedbirlerini değerlendirme zorunluluğunu açıkça ifade etmiştir.
Ç) Tutuklulukta Makul Süre
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, tutukluluğa ilişkin makul süre hususunda doğrudan sınır getiren bir düzenleme içermemekle beraber 5 maddenin 3. fıkrası ile tutuklanan kişinin tutukluluk halinin makul süreyi aşmaması için bir güvence tanımıştır.
Tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığın hususu mahkemece somut olay bazında değerlendirilmektedir. Tutukluluğun süresi değerlendirilirken masumiyet karinesi de gözönünde tutularak, kişi özgürlüğü hakkına istisna getirmeyi haklı kılan koşullar tek tek incelenecektir.
Suçun işlendiğine dair makul şüphe tutuklamanın olmazsa olmaz koşullarından olmakla beraber, adli mercilerin daha sonraki tutukluluk incelemelerine ilişkin verdikleri kararlarda şüphe tek başına tutukluluğun devamı için yeterli olmayacaktır. Bu durumda tutukluluğun haklılığını ortaya koyacak başka gerekçeler de ileri sürülmelidir.
(Merabishvili v. Gürcistan)
Labita/İtalya kararında Mahkeme, bir itirafçının ifadesine dayanılarak gözaltına alınan sanığın yeni delillerin ortaya çıkarılamamış olması durumunda itirafların olayla ilgisinin azaldığını, itirafların İtalyan hukukunun tanıdığı avantajlardan yararlanmak ya da kişisel intikam duygularıyla verilmiş olabileceğini belirtmiş ve başvurucunun iki yıl yedi ay tutuklu kalmasını 5/3. Maddeye aykırı bulmuştur. (Labita v. İtalya)
D) Tutuklama Kararının Gerekçelendirilmesi ve Keyfilik Yasağı
Anayasa’nın 141/3. maddesinde mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gerektiği belirtilmiştir. Tutuklama kararı da elbette bu kapsamdadır. Nitekim tutuklama tedbirinin yukarıda sayılan şartlara ve ilkelere uygun olup olmadığının denetimi de ancak kararın gerekçeli olması durumunda mümkündür.
AİHM’e göre de tutuklama kararlarının gerekçesiz olması madde 5/1 kapsamında keyfilik yasağıyla bağdaşmayabilecektir.(Stašaitis v. Litvanya) Buna paralel olarak çok kısa olan ve hiçbir hükme atıf yapmayan tutuklama kararları da aynı şekilde ihlal teşkil edebilecektir.(Gözübüyük, 2019)
Nitekim yukarıda ele alındığı üzere özellikle diğer tedbirlerin neden yeterli gelmeyeceği (Erdem Gül ve Can Dündar Kararı), tutukluluk süresinin uzaması durumunda uzamayı gerektiren olgular (Selçuk v. Türkiye), şüphe tartışması gibi hususlara mutlaka gerekçede yer verilmelidir.
Zira yine yukarıda yer belirtildiği üzere özgürlük ve güvenlik hakkının amacı kişilerin özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasının engellenmesidir.
VIII. SONUÇ
Ceza yargılamasındaki koruma tedbirleri içerisinde en ağır tedbir olan tutuklama kişi özgürlüğü hakkını ve masumiyet karinesinin doğrudan etkileyen niteliği nedeniyle gerek Ceza Muhakemesi Kanunu’nda gerekse Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde düzenlenmiş ve bir kişiye bu tedbirin uygulanabilmesi için gerekli şartlar sınırlı şekilde sayılmıştır. Bu kapsamda tutuklama yalnızca bir ceza yargılamasının amacına ulaşması için bir araç niteliğinde olup, hiçbir şekilde bir cezalandırma ya da ön infaz aracı değildir.
Nitekim CMK’daki kapsamlı tutukluluk hükümlerinin yanı sıra Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve emsal kararlarda kişi hürriyetinin ihlal edilmemesi ve masumiyet karinesinin zedelenmemesi için önemli güvenceler öngörülmüşse de tutuklama tedbiri Türk Ceza Muhakemesinin en büyük sorunlarından biri olmaya devam etmektedir.
IX. KAYNAKÇA
KİTAP VE MAKALELER
CENTEL N./ZAFER H., (2016). Ceza Muhakemesi Hukuku. İstanbul: Beta
GÖZÜBÜYÜK, Şeref/GÖLCÜKLÜ, Feyyaz (2019). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve uygulaması. Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları.
KOPARAN, Mehmet Reşat, 2006. Bir Koruma Tedbiri Olarak Tutuklama. TBB Dergisi, sayı 65, s.156. < http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2006-65-244 > [Erişim Tarihi 15 August 2022].
AKPEK, Ayça Lütfiye, 2020. Tutuklulukta Kuvvetli Suç Şüphesi. s.100.
ÇUBUKÇU, Nazlı, 2015. Ceza Yargılaması Hukukunda Tutuklama. s.45-55
İÇTEN, Muhammet Polat, Tutuklama ve Türkiye’deki Tutuklama Kararlarının Gerekçesizliği Sorunu, Dicle Üniversitesi Adalet Meslek Yüksekokulu Dicle Adalet Dergisi, 3(5), 46-81
İBİCOĞLU, Gözde. (2019). Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının Bir İstisnası Olarak Yakalama, Gözaltı ve Tutuklama Tedbirleri.
ŞAHBAZ, İ., 2004. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği. TBB Dergisi, sayı 55, s.209. < http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2004-55-89 > [Erişim Tarihi 15 August 2022].
KARARLAR
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2015/12244 E – 2016/10922 K
Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016
Assanidze / Gürcistan [BD], no. 71503/01
Selahattin Demirtaş/Türkiye (no. 2), [BD], no. 14305/17
Merabishvili/Gürcistan [BD], no. 72508/13,
Labita/İtalya, no. 26772/95
Stašaitis/Litvanya, no. 47679/99
Selçuk/Türkiye no. 21768/02



